
“Anoreksiya, kişinin yalnızca bedenini değil; benlik algısını, duygularını ve hayatla kurduğu ilişkiyi de derinden etkileyen, psikolojik kökenli ciddi bir yeme bozukluğudur” diyen Nev Sağlık Grubu Klinik Psikoloji bölümünden Psk. Helin Ezgi Deniz, anoreksiya nevroza hastalığı hakkında açıklamalarda bulundu.
“Genellikle ergenlik döneminde başlar”
Deniz, “Anoreksiya nevroza, sadece bir “yememe hastalığı” değil; kontrol, kimlik, kendilik algısı ve toplumsal baskılarla örülmüş derin bir ruhsal çatışmadır. Genellikle ergenlik döneminde başlar ve çoğunlukla genç kadınlarda görülse de, erkeklerde ve farklı yaş gruplarında da karşımıza çıkabilir. Bu bozuklukta kişi, kilo alma korkusuyla yemek yemeyi kısıtlar, bedenini çarpıtılmış bir şekilde algılar ve genellikle aşırı zayıf olmasına rağmen kendini hâlâ “kilolu” hisseder. Ama mesele sadece kiloda değil; özdeğerde, kontrolde ve çoğu zaman “görünür olma” çabasında yatar” dedi.
Anoreksiyanın sebeplerine bakıldığında çok katmanlı bir yapıyla karşılaşıldığını ifade eden Deniz, “Biyolojik yatkınlık yani genetik ve nörokimyasal faktörler bu bozukluğun ortaya çıkmasında rol oynayabilir. Örneğin serotonin düzeylerindeki dengesizlikler, obsesif düşünce biçimleriyle ilişkilidir ve anoreksiya hastalarında sık görülür. Ancak sadece biyolojiyle açıklanamaz. Psikolojik etkenler —özellikle mükemmeliyetçilik, düşük benlik değeri, kontrol ihtiyacı, travmatik yaşantılar— oldukça belirleyicidir. Kişi çoğu zaman hayatındaki kaotik ya da belirsiz alanları kontrol altına alamazken, yemek yeme davranışı üzerinde tam hakimiyet kurarak bir tür sahte güç deneyimi yaşar. Ve elbette sosyokültürel baskılar… Medyada idealize edilen beden imajları, özellikle genç bireylerde büyük bir baskı oluşturur. “Zayıf olan değerlidir” mesajı, kimi bireyler için varoluşsal bir değere dönüşebilir. Yani yemek yememek bir davranış değil, bir kimlik biçimi halini alır: “Ben iradeliyim, ben kontrol sahibiyim, ben güçlü olanım.” Sonuçları ise ne yazık ki oldukça yıkıcı olabilir. Anoreksiya sadece zihinsel değil, fiziksel sağlığı da ciddi şekilde tehdit eder. Kalp ritmi bozulabilir, kaslar eriyebilir, regl döngüsü durabilir, kemik yoğunluğu azalır, bağışıklık sistemi zayıflar. Ve ileri vakalarda ölüm riski göz ardı edilemeyecek kadar yüksektir. Anoreksiya nevroza, tüm psikiyatrik bozukluklar arasında en yüksek ölüm oranına sahip hastalıklardan biridir” diye konuştu.
“Yalnızca bedenin değil, ruhun da açlık çektiği bir bozukluktur”
“İyileşme mümkündür, ama sabır, anlayış ve çok yönlü bir destek gerektirir” diyen Deniz, “Multidisipliner bir yaklaşım yani psikiyatrist, klinik psikolog, diyetisyen ve bazen de endokrinolog gibi uzmanların birlikte çalışması gerekir. Psikoterapi, özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Şema Terapi, kişinin beden algısını, düşünce kalıplarını ve duygusal dünyasını yeniden yapılandırmasına yardımcı olur. Gerekli durumlarda antidepresanlar da tedaviye eklenebilir. Ancak belki de en önemli unsur, kişinin içsel motivasyonunun desteklenmesi ve “yeniden yaşamla bağ kurabilmesidir.
Bu noktada insanların sık yaptığı bazı yanlış inanışlara da değinmek gerekir. Örneğin:
– “Zayıflamak istiyor, ne var bunda?” denir. Oysa anoreksiya bir istek değil, bir zorunluluktur. Kişi yememeyi seçmez; adeta yemekle ilgili tüm içsel sistemini kilitler.
– “İraden varsa düzelirsin” yaklaşımı çok tehlikelidir. Anoreksiya irade değil, psikolojik acıdan beslenen bir kontrol davranışıdır.
– “Kilo alınca geçer” sanılır. Hayır, kilo almak iyileşmenin bir parçası olabilir ama tek başına yeterli değildir. Zihinsel, duygusal ve sosyal katmanlar da iyileşmeden, gerçek bir toparlanma olmaz.
Sonuç olarak, anoreksiya nevroza yalnızca bedenin değil, ruhun da açlık çektiği bir bozukluktur. Yemek reddi, aslında görünme, anlaşılma, kontrol etme ya da bazen acıyı susturma çabasıdır. Ve bu çaba, ancak sevgiyle, sabırla, profesyonel destekle ve damla damla güvenle iyileşebilir. Çünkü iyileşme, yalnızca “yemek yemek” değil, yeniden “hayata doymak” demektir” açıklamalarında bulundu.
-
Psk. Helin Ezgi Deniz Özgeçmiş